top of page
Yazarın fotoğrafıDicle Demirel

Takı Ve Ziynet Alacaklarının Durumu Ve İspatı

11 Nisan 2023


Evlilik birliğinin sona ermesi taraflar arasındaki fiili durumu sona erdirmekle birlikte haricinde birtakım sonuçlar da doğurmaktadır. Bu sonuçlardan biri de takı ve ziynet eşyalarına ilişkindir. Takı ve ziynet eşyaları kadın ve erkek eşe kına, düğün gibi merasimler sırasında takılan takılar ve verilen hediyelerdir. Taraflara evlilik münasebeti sonucu verilen bu eşyaların hukuki niteliğiyle ilgili olarak doğrudan yasal bir düzenleme yoktur. Türk Medeni Kanunu(TMK)’nun “kişisel mallar” ana başlığını taşıyan 220.maddesi bu konuya kıyasen uygulanabilir niteliktedir. Hükme göre, mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri kişisel mal niteliği taşır. Yargıtay bu hüküm doğrultusunda uzun yıllar kadın eşe verilen takı ve ziynet eşyalarının kim tarafından takıldığına bakılmaksızın, karşılıksız kazandırma yoluyla kadının malvarlığına dahil olduğunu kabul etmiştir. Yargıtay 3.Hukuk Dairesi bir kararında bu durumu şöyle belirtmiştir: “Kural olarak düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, kim tarafından, kime takılırsa takılsın, kadına bağışlanmış sayılır ve artık kadının kişisel malı sayılır. Ne var ki mahkemece; tarafların düğünlerinde damada takılan 1 adet bilezik , 4 adet yarım altın, 47 adet çeyrek altın damada ait olduğu kabul edilerek sadece kadına takılan altınlar yönünden kabul kararı verilmiştir.”[1] Ancak gerekçeye dayanak oluşturan bu hüküm incelendiğinde bir malvarlığı değerinin karşılıksız kazandırmayla kişisel mal haline gelmesi noktasında kadın veya erkek eş arasında bir ayrım yapılmadığı görülmektedir. Bu sebeple Türk toplumunun gelenek ve göreneklerinin bir gereği olarak genellikle kadın ve erkek eşe ayrı ayrı verilen ziynet eşyalarının hepsinin yalnızca kadına ait olacağının kabul edilmesinin yasal bir dayanağı olmadığı açıktır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da 2020 yılında uzun yıllar bu yönde karar vermiş olduğu içtihadından dönerek takı ve ziynet eşyalarından “niteliği gereği kadına özgü olanların” bu konuda eşler arasında bir anlaşma veya yerel adet olmadıkça, kim tarafından verilmiş olduğuna bakılmaksızın kadına ait olacağını kabul etmiştir. Getirilen bu “özgülenme” kriteriyle birlikte TMK’nın kişisel mallar rejimi adı altında kabul ettiği, taraflara evlilik akdi sonrasında yapılan karşılıksız kazandırmaların her bir tarafın kişisel malvarlığına dahil olacağı hükmü evlilik akdi öncesinde birtakım merasimlerin sonucu olarak erkek eşe yapılan karşılıksız kazandırmaların da onun malvarlığına dahil olmasını sağlamıştır. Ancak belirtildiği üzere bu eşyalardan niteliği gereği kadın eşin kullanımına özgü olanlar hangi tarafça verilmiş olduğu önem arz etmeksizin kadın eşin malvarlığına dahil olacaktır.


Geçmişten bugüne Yargıtay’ın takı ve ziynet eşyalarının iadesine ilişkin karara bağladığı uyuşmazlıkları incelediğimizde, bu uyuşmazlıkların temelde şu iki başlık altında toplandığını görürüz. Bunlar:


1-) Ziynet adı altında verilen eşyaların niteliğinin ve değerlerinin kesin olarak belirtilmemiş, sınırlarının çizilmemiş olması,


2-) Ziynet eşyalarının iadesinin istenmesi durumunda ispat yükünün hangi tarafa ait olacağıdır.



İlkini incelediğimizde bunun Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)’nun “hükmün kapsamı” başlığını taşıyan 297.maddesine ilişkin olduğunu görürüz. Bu maddeye göre verilen hüküm, taleplerden her birine ilişkin olmalı, taraflara yüklenen borç ve tanınan haklar sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmelidir. Bu hükmün konumuz açısından önemini Yargıtay 3.Hukuk Dairesi’nin şu kararından anlayabiliriz: “…davacının talep ettiği ziynet eşyalarının, incelenen resim ve CD'lerde hangilerinin mevcut olup olmadığı tek tek yazılarak, buna göre davacıya takılan ziynetlerin hiçbir tereddüde yer vermeyecek şekilde belirlenmesi için, Yargıtay ve taraf denetimine elverişli bilirkişi raporu alınarak, bedeli hüküm altına alınan ziynet eşyalarının cins, nitelik, miktar ve değerlerinin hükümde ayrı ayrı gösterilerek ve davalının infaz sırasında seçimlik hakkının kullanılması (aynen iade veya bedeli tercih etmesi) bertaraf edilmeden taraflara yüklenen borç ile tanınan hakkın infazda güçlük çıkarmayacak biçimde belirtilmesi gerekirken, infazda tereddüt yaratacak şekilde HMK'nın 297. maddesine aykırı ve hükme elverişli bulunmayan rapora dayanılarak hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.”[2] Görüldüğü üzere Yargıtay somut olayda takı ve ziynet alacaklarının iadesiyle ilgili olarak hüküm verirken “hiçbir tereddüde yer vermeyecek”, “infazda güçlük çıkarmayacak” gibi ibarelere yer vererek, bu eşyaların cins, nitelik, miktar ve değerlerinin belirlenebilir olmasının altını çizmiştir. Ziynet eşyalarının değer tespitinin yapılması ise genellikle taraflar tarafından yapılamayıp, uzman bir kişiye başvurulmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla da bu konuda çıkan uyuşmazlıklarla ilgili olarak bilirkişi kurumuna başvuru gerek taraflarca gerekse de hakim tarafından re ’sen yapılmaktadır.


İspat yüküyle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin olan diğer başlığı ise kendi içinde iki kısma ayırarak irdeleyeceğiz. Ancak buna geçmeden önce ispat yüküne ilişkin genel açıklamalara yer vermek faydalı olacaktır. HMK ve TMK’nın ispata ilişkin düzenlemelerine baktığımızda, HMK’nın 190.maddesine göre ispat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Benzer şekilde TMK’nın 6.maddesi uyarınca kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. Genel olarak ispat yükü bu şekilde olmakla birlikte TMK, kişisel mallarla ilgili olarak ispat yükünü özel bir şekilde düzenlemiştir. Kanunun 222.maddesine göre belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Hükme bakıldığında HMK ve TMK’daki düzenlemelere paralel bir düzenleme olduğu görülür. Yargıtay’ın bu konuya ilişkin olarak önüne gelen bir uyuşmazlıkta ispat yüküne ilişkin şu değerlendirmeyi yaptığı görülmektedir: “Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise TMK’nın 6. maddesinde; "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür." şeklinde düzenlendiği gibi usul hukukunun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı, HMK'nın 190. maddesinde de; "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir." şeklinde hüküm altına alınmıştır. Yukarıda bahsedilen düzenlemelerden hareket edildiğinde, ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer.”[3] Bu noktada önem arz eden husus hükmün somut olaylara ne şekilde uygulandığıdır ki bu da her somut olay açısından ayrı bir incelemeyi gerekli kılar. Biz bu incelemeyi başta da belirttiğimiz üzere uygulamada sıkça karşılaşılan uyuşmazlıklar üzerinden iki kısma ayırarak yapacağız. İlk olarak şu soruya yanıt verelim: Düğün, kredi gibi masraflar ya da çocuk sahibi olmak için görülen tedavi masrafları için erkek eşe bozdurulmak üzere verilen takı ve ziynet eşyalarının kadın eş tarafından geri istenmesinde ispat yükü hangi tarafa ait olacaktır? Yukarıda bahsettiğimiz hukuki düzenlemeden yola çıkıldığında burada takı ve ziynet eşyalarının iade edilmediği iddiasına kendi lehine hak çıkaran taraf kadın olduğu için kural olarak ispat yükü ona aittir. Kural bu olmakla birlikte somut olayın koşullarına göre özellik arz eden birtakım durumlarla karşılaşabilmekteyiz. Örneğin Yargıtay bir kararında, davalı kocanın takı ve ziynet eşyalarının kendisine iade edilmemek üzere verildiğini, kadının isteği ve onayıyla bozdurulup müşterek ihtiyaçlar için harcandığını ispatlaması halinde ispat yükünden kurtulacağını düzenlemiştir.[4] Bu örnekte ispat yükünün erkek eşe düşmesinin sebebi, ispat edebildiği halde takı ve ziynet eşyalarını geri iadeden kurtulacak dolayısıyla kendi lehine hak çıkaracak olmasıdır.


Bu konuda tartışılması gereken diğer soru ise şudur: Kadın eşin evi terk etmesi gibi bir durumda takı ve ziynet eşyalarını da beraberinde götürüp götürmediği hususunda ispat yükü kime ait olacaktır? Bu durumun özellik arz etmesinin sebebi Yargıtay’ın içtihatlarında takı ve ziynet eşyalarının taşınır niteliğinin de bir gereği olarak olağan olarak kadının himayesi altında bulunduğunu kabul etmesidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bu hususu şöyle ifade etmiştir: “Olağan olan kadına özgü ziynet eşyalarının kadın eşin himayesinde bulunmasıdır. Bunun aksini iddia eden kadın eş iddiasını ispatla mükelleftir. Ziynet eşyası davasında dava konusu altınların varlığı ve bu altınların kadın eşte olmadığı şüpheye yer vermeyecek şekilde ispatlanmalıdır.”[5] Kararda da açıkça ifade edildiği üzere eğer kadın eş takı ve ziynet eşyalarının kendisinde bulunmadığını ve dolayısıyla da iade edilmesini istiyorsa, bunu ispat etmekle yükümlü olacaktır. Bu mükellefiyet kadın eşin evi terk etmesi halinde, takı ve ziynet eşyalarını beraberinde götürmediği konusunda da devam eder. Yani eğer kadın eş evi terk ettiyse, olağan olan takı ve ziynet eşyalarını da beraberinde götürdüğünün kabulüdür ki olağan olanın aksini iddia eden bunu ispatla yükümlüdür. Ancak yine burada da göz önünde bulundurulması gereken birtakım hususlar vardır. Örneğin kadın eşin evi terk etmesi halinde terkin geçici mahiyette olup olmadığı önem taşır. Zira böyle bir örnekte geçici mahiyette evi terk eden kadın eşin bütün takı ve ziynet eşyalarını yanında götürmesi olağan olana dahil değildir. Dolayısıyla böyle bir durumda kadın eşten takı ve ziynet eşyalarını yanında götürmediğini ispat etmesi beklenemeyecektir. Benzer şekilde kadına şiddet uygulanarak evden kovulduğu bir örnekte de takı ve ziynet eşyalarını beraberinde götürdüğü, bu yüzden de ispatla yükümlü olduğunu söylemek zordur.


Özetle, takı ve ziynet konusunda Yargıtay uzun yıllar sürdürdüğü “kim tarafından verildiğine bakılmaksızın tüm takı ve ziynet eşyaları kadın eşin kişisel malı sayılır” görüşünü, belirtmiş olduğumuz ilgili kanuni düzenlemelerin de bir gereği olarak değiştirerek “özgülenme” kriterini getirmiştir. Böylelikle bu değişiklik TMK’daki ilgili düzenlemenin de amacına uygun hale gelmiş gözükmektedir. Çalışmanın ikinci kısmında ele aldığımız bu konuda karşılaşılan, özellikle ispat yükü konusundaki uyuşmazlıklarla ilgili olarak da genel kuralları belirtmiş olmakla birlikte, bu kuralların her somut olay açısından ayrıca incelenmesi gerektiğinin altını çizmekte fayda vardır.

[1] Yargıtay 3.HD. 2014/21125 E., 2015/17417 K. [2] Yargıtay 3.HD.2016/7682 E., 2017/15666 K. [3] Yargıtay HGK. E.2017/1904, K.2020/190 [4] Yargıtay 2.HD. 2014/8085 E., 2014/19072 K. [5] Yargıtay HGK. 2017/1040 E., 2020/240 K.

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


bottom of page